siirler (poems) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
siirler (poems) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2010 Salı

türk şiirinin dorukları

türk şiirinin dorukları

bu linkten polis radyosu arşivinden türk şiirinin dorukları programını dinleyebilirsiniz...
http://www.polisradyosu.net/prtsdrklr4.htm



cahit sıtkı tarancı-cocukluk

cahit sıtkı tarancı-cocukluk

31 Aralık 2009 Perşembe

baltimore tapınağında bir yazı


Gürültü ve patırtının ortasında sükûnetle dolaş;

Sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.

Başka türlü davranmak, açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.

Ama kimseye teslim olma.

Telaşsız ve açık seçik konuş.

Başkalarına da kulak ver.

Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları;

Çünkü dünyada herkesin bir hikâyesi vardır.

Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.

Ne kadar küçük olursa olsun, işinle ilgilen.

Hayattaki dayanağın odur.

Olduğun gibi görün.

Sevmediğin zaman sever gibi yapma.

Aşka burun kıvırma sakın;

O çöl ortasındaki çimenliktir.

Yılların geçmesine öfkelenme,

Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.

Ara sıra isyana yönelecek gibi olsan bile hatırla ki, kâinatı yargılamak imkânsızdır.

Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.

Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de güzeldir.

Murathan Mungan- Sevgilim

Murathan Mungan- Sevgilim


sevgilim,

yetimim benim,
aylar nasıl geçiyor zaman hiç geçmezken


kapılar kapalı, dünya buzlu cam
uyuşmuş gözlerimin önünde
hayat akıp gidiyor hiç kımıldamadan


ikimizin yerine dinliyorum
sevdiğin şarkıları
siyah tişörtünü giyiyorum yatarken
gömleklerini, kazaklarını, kokunu
senin rüyalarını görüyorum ölür gibi uyurken
gün boyu elimde kahve fincanı


kapıyı açmıyorum
telefonlara çıkmıyorum
başını bekliyorum geleceği olmayan hatıralarının


sevgilim,
yetimim benim,
nasıl da kayıtsız gülüyorsun hayata
öldüğünden haberi yok fotoğraflarının.




M.MUNGAN



30 Aralık 2009 Çarşamba

can yücel - guzel'e


guzel'e

dun gece senin kucucuk elinle yalniz yattik
yalniz senin kucucuk elinle yalnizlik
kandilli ilkokulu kadar kalabalik
zilleri caldiginda duslerinin
siniflarin kapilari ardina kadar acik
gokyuzunun, denizin, topragin, hayalle, emegin
hakli siniflari

belki de baskin korkusuyla vefasiz, akintiya atilan
kitaplar varya onlardan
ogrenmis marx'i, gumus baliklari
ve belki de onun icin o kadar,
o kadar aydinlik ortalik...

sen ki cicekleri toplamayan guzelim
cicekleri sulayan cocuk
ve ben ki buruk ve kavruk
bir ihtiyar adamim artik
oyle guzeldim ki senle, ciceklerden cok
ve anladim, anladim ki bir daha
dusunde bile goremez isler
duslerin gordugu isleri...


can yücel

Murathan MUNGAN-mırıldandıklarım


mırıldandıklarım

kırdın mı, incittin mi birilerini?
kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler?
kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
yeniden düşünmeliyim
dostluklarımı, ilişkilerimi
gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı?
yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
borçlarımı ödedim mi?
doğru seçtim mi soruların fiillerini?
tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
geri verdim mi aldıklarımı:
aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,
kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
yokladım mı duygularımı?
hala sevebiliyor muyum insanları?
ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
ovmalı umutları
saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
gece telefonları, ıssız konuşmalar
mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey!
o kadar çok anlattım ki,
kendime kaldım anlatmaktan...
bunaldım kendisiyle boğuşmasını
başkalarında çözmeye çalışan insanlardan.
usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
ofset duyarlılıklardan
kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum.
"içtenliğin" ya da "dünya görüşünün" kirletmediği...
kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum.
aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
vitrin camlarına yansıyan yüzlerde.
bilmiyorum, kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar?
hala bir umut var mıdır?
çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde
ne çıkmaz sokaktayım, ne de mutsuz...
sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum, o kadar.
açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız,
sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim.
senin ve benim, yani bizim için...

murathan mungan

18 Ekim 2009 Pazar

devrim-sunay akın



DEVRİM


Temiz kalan tek yerdir devrim
bütün bir yıl
kirlenen duvarda
ama görebilmek için
asıldığı çividen indirilmelidir
yaprakları biten takvim


Zorbalara direnmektir devrim
bir çocuğun
annesinin çantasından aldığı paraları
altına gizlediğini
söylememiştir dövülen
hiçbir halı


İçinde yaşamaktır devrim
dikiş kutusunun
ve topluiğneler gibi
bir arada olmayı gerektirir
karşı koyabilmek için zulmüne
makas denilen patronun


Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim
ateş böceklerini
yakalamak isteyen çocukların
peşine takılır gün gelir
yanıp sönen mavi ışıkları
polis arabalarının


Kağıt bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında


Kim bilir kaç yunus görmüş
kaç deniz gezmiş...


Sunay AKIN

12 Ekim 2009 Pazartesi

necati cumalı




Sinemalarda kalabalık sahneler görürsün,
Eski esir pazarlarını hatırlatır,
Güney Pasifik'te ya da Afrika'da bir liman,
Kocaman gemilerin yanaştığı kıyıda,
Tektük beyazın karıştığı yerli halk,
Kurulmuş tezgâhların arasında dolaşır...


Çarşıda pazarda her gün,
Sayısız insanlarla yanyanasın,
Bölük bölük geçen askerler görürsün,
Hastaneler mahpusaneler önünden geçersin,
Her biri kalabalığın arasına katılmış,
Kiminin tramvay sürücüleri gibi ayak üstü,
Kiminin hamurcular gibi tavan aralarında,
Küçük yaştan katlanmakla her türlü kahra,
Her türlü mihneti yüklenmekle omuzlarına,
Bir gün göz açmaya kalmadan geçer ömrü...


Sen ki bir âlem bile olsan tek başına,
Sonunda o kalabalıktan bir kişisin,
Şu kalabalıkta gördüğün herkesin,
Bir kalbi var senin gibi, ya da düşünür,
Herbiri bir can taşır,
Sen onları tanısan da tanımasan da,
Sonunda her biri ne senden iyi,
Ne senden daha fena,
Senin gibi bir insandır bütün kusurlarıyla...


Necati Cumalı



12 Haziran 2009 Cuma

murathan MUNGAN'dan

MURATHAN MUNGAN'DAN COK GUZEL BIR YAZI
Önce evlendigimizde hayatin daha iyi olacagina inandiririz kendimizi.
> Evlendikten sonra, bir cocugumuz dogduktan hatta
> ardindan bir tane daha olduktan sonra hayatin daha
> iyi olacagina inandiririz kendimizi. Sonra cocuklar

> yeterince büyük olmadiklari icin kizar, onlar
> büyüyünce daha mutlu olacagimiza inaniriz. Bundan
> sonra, ergenlik donemlerinde cocuklarla ugrasmamiz
> gerektigi icin ofkeleniriz. Kendimize, cocuklarimiz
> bu donemden cikinca daha mutlu olacagimizi, yeni bir
> araba alinca, guzel bir tatile cikinca, emekli
> olunca, yasantimizin dort dortluk olacagini
> soyleriz. Gercek ise su andan daha iyi bir zaman
> olmadigidir. Eger simdi degil ise ne zaman?...
> Hayatiniz her zaman mucadelelerle dolu olacaktir. En
> iyisi bunu kabul edip her ne olursa olsun mutlu
> olmaya karar vermektir. En sevdigim sozlerden biri
> Alfred D. Souza' ya aittir. Der ki; "Uzun zamandan
> beridir hayatin -gercek hayatin- baslamak uzere
> oldugu izlenimine kapilmistim. Fakat her zaman
> yolumun uzerinde bir engel, oncelikle erisilmesi
> gereken birsey, bitmemis bir is, hizmet edilecek
> zaman, odenecek bir borc oldu. Sonra hayat
> baslayacakti. Sonunda anladim ki bu engeller benim
> hayatimdi." Bu gorus acisi, mutluluga giden bir yol
> olmadigini gosterdi. Mutluluk yoldur, oyleyse sahip
> oldugunuz her anin kiymetini bilin ve mutlulugu,
> vaktinizi harcayacak kadar ozel biriyle
> paylastiginiz icin, ona daha fazla deger verin.
> Unutmayin, zaman hic kimse icin beklemez. Oyleyse;
> Okulu bitirene kadar, 100 milyar kazanana kadar,
> Cocuklariniz olana kadar, Cocuklariniz evden
> ayrilana kadar, Ise baslayana kadar, Evlenene kadar,
> Cuma gecesine kadar, Pazar sabahina kadar, Yeni bir
> araba, ya da ev alana kadar, Borclari odeyene kadar,
> Ilkbahara kadar, Yaza kadar, Sonbahara kadar, Kisa
> kadar, Maas gunune kadar, Sarkiniz soylenene kadar,
> Emekli olana kadar, Olene kadar.....
>
> MUTLU OLMAK ICIN ICINDE BULUNDUGUNUZ 'AN' DAN DAHA IYI

> BIR ZAMAN OLDUGUNA KARAR VERMEK ICIN BEKLEMEKTEN

> VAZGECIN.

> MUTLULUK BIR VARIS DEGIL, BIR YOLCULUKTUR.
>
> "PEK COKLARI MUTLULUGU INSANDAN DAHA YUKSEKTE
> ARARLAR,

> BAZILARI DA DAHA ALCAKTA. OYSA MUTLULUK INSANIN BOYU

> HIZASINDADIR."

> Unutmayin "YARIN KIMSEYE VAAD EDILMEMISTIR"



Murathan MUNGAN

11 Haziran 2009 Perşembe

her sey sende gizli

Can Yücel
tüm şiirleri





Her Şey Sende Gizli


Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın.
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak,
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
bunu da öğren,

SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN...
.
Can Yücel
.

yasami tersten yasasaydik


Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir.

Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel,

hatta mükemmel olurdu.

Nasıl mı?

Camide uyanıyorsunuz.

Bir tahta sandık içersinde,

herkes karşınızda saf durmuş,

iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.

Tabuttan doğruluyorsunuz,

yaşlı,olgun ve ağırbaşlı olarak.

Herkes etrafınızda,

büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi hazır.

Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.

Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor,

aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz.

Ne güzel, hazır maaş, hazır ev....

Altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.

Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.

Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoşgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz..

Ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz.

Herkes karşınızda elpençe divan..

Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler başlıyor.

Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.

Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade..

Aman ne güzel günler başlıyor..

Derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor.

Bu arada babanız ortaya çıkmış,

“fazla çalıştın” diyor “artık eve dön, işi bırak, okumaya başla,

harçlığın benden olsun..”

Keyfe bakar mısınız ?

Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor.

Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor.

Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.

Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor,

araba kullanma derdi de yok artık...

Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar,

“evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna” diyorlar...

Mamanız ağzınıza veriliyor,

zaman zaman altınızı bile temizliyorlar,

hatta bu durum alışkanlık yaratıyor

ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.

Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor

ve başka bir keyifli dönem başlıyor.

Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır.

Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz.

Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok,

bir kordondan besleniyor,

sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.

Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.

Ve günün birinde müthiş bir olayla hayatınız bitiyor..
*
Can YUCEL

Ne dersiniz hangisi daha iyi..

Düşünün..Su an sinemalarda gosterimde olan F.Scott Fitzgerald’in kaleme aldigi, David Fincher’in yonettigi Benjamin BUTTON’un tuhaf hikayesi filmi de tam bu durumu anlatiyor.Mutlaka izleyin

sevgi denizi


Sevgi Denizi

Yepyeni bir denizi yüz yıl eskileştirsek
İşte bu kadar yıldır seviyordum ben seni,
Bir sahilin kumlarını tek tek okşamak gibi
Deniz minaresini bir ömre dizmek gibi

Denizlerimdeki yeşili sen çaldın
Rahat mısın bari?
Yapılır mı?
Korsan töresine aykırı
Sana o yeşil bize çok gerekli demedik miydi,
Hiç mi düşünmedin istiridyelerin yüreklerini?

Tut ki alaca karanlıkta bir şangırtı koptu şimdi,
Bir adam denize bıraktı kendini usulca,
Usulca ayaklarına bağlayarak sevgisini,
İki damla göz yaşı istesek, yollar mısın ki?

Deniz ölülerine mezar taşı dikilmez bilirsin,
Kaç yıl sonra da olsa bir deniz görsen,
Yanında kocan da olsa bir deniz görsen
Hala duruyorsa gözlerindeki o yeşil sevgi,
Ve denize bakınca buğulanırsa yeşil gözlerin
Kocandan sakla, kıskanır belki.

Şimdi kaç bin metre derindeyim bilmiyorum,
İndiğimde bir perişandı deniz dipleri,
Yosunlar yeşillerini unutmuşlardı
Tuz buz olmuştu istiridyelerin yürekleri,
Önce gözlerinin yeşilini anlattım yosunlara,
Verdim yanımda ne getirdiysem hepsini
Sonra, bir bir topladım istiridyelerin yüreklerini

Şimdi bir yeryüzü öyküsü ile ben onları avutuyorum,
Bütün denizaltı güzellikleri ile onlar da beni.

Tahsin Kavak

10 Haziran 2009 Çarşamba

ben tanigim

1



Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Bütün oyuncak bebeklere baktım, yok senin üstüne
Bütün sapık olasılara
Bütün olasılar gibi onlarca yıla
Sabır gibi deliliğime dayandın
Tırnaklarını kemirip
Dürüp defterlerimi
Ana okula başlattın beni
Yok senin üstüne






2


Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Zeytin fotoğrafı gibi sulandırırsın ağzımı
Ahlaklı düşüncenle, yok senin üstüne
Deliliğim ve akıllılığım da..yok senin üstüne
Telaşımı usandırdın
Kabına sığmaz halimi beklettin
Yok senin üstüne
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Cesaretimi toplayana kadar
Yarısını sen aldın
Beni sömürdün yaptıklarınla
Beni özgürleştirdin yaşattıklarınla


3


Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Benimle iki aylık bebek gibi uğraşacak
Yok senden başka
Önüme kuş sütü koyacak,
Çiçekleri; oyuncakları,
Yok senden başka
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Benimle kerimeydin deniz gibi
Şiir gibi büyülü
Beni şımarttın yaptığınla
Beni baştan çıkardın yaptığınla
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Çocukluğumu yaratana kadar
Ellisine merdiven dayadım..hala yok senin gibisi


4


Ben tanığım yok senin üstüne bir kadın
Bütün insanların takdirini alan..yok senin gibisi
Göbek çukurundadır
Bu dünyanın merkezi
Ben tanığım yok senin üstüne bir kadın
Göbek bağının üstünde filizlenir ağaçlar
Yok senin gibisi
Eriyen karından güvercinler su içer
Yok senin gibisi
Hurafeler yiyor geciken yazının bitkilerinden
Yok senin gibisi
Ben tanığım yok senin üstüne bir kadın
Kısaslardan iki sözcük kaybettim saklanması gereken
Üstüne erkekliğimin titrediği
Yok senin gibisi


5


Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Zaman durur biten gününle
Yok senin gibisi
Devrimler ayaklanır biten kölelik sayfalarında
Yok senin gibisi
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
İnsanların yolları değişene kadar, yok senin gibisi
Ve değişti de
Helâl ve haram haritalarda
Yok senin gibisi


6


Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Ruhumu kazırsın, aşkın hizasıyla, deprem gibi
Beni yakarsın batırırsın
Ateşe verirsin söndürürsün beni
Hilâl gibi ikiye bölersin
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Devrimden daha uzun ruhumu çözersin
Devrimden daha mutlu
Ekersin beni
Suriye'nin gülleriyle
Ve nanesiyle
Ve portakalıyla
Ey kadınlar
Saçlarınızın altına bırakırım asaletimi
Sorularla getirse de günleri
Ey kadınlar siz bir dilin sözcüklerisiniz
Ancak o,
Geçmişte yaşananları hatırlatır bana


7


İki gözümün denizi bitti
Ellerimin mumlarıyla
Gördüm uygarlıkları
Beyazlık tükendi boşluk gibi
Dokundum billur gibi
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Halının sınırları üstünde toplanır çağlar
Bin binlerce yıldız dolaşır
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın senden
başka ey sevgilim
İlk anılan büyür ekinlerinin üstüne
Ve anılacak olan en son


8


Dudaklarda parıltılar tükenir,
Güzel adalet
Heyetinle bitti şehvet,
Bebeklerin gözyaşlarıyla
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Giydiğin hükümden özgür kalmak mağara
ehlinden yok senin gibisi
Dişlerini kırdın onların
Şüphelerini başlattın
Mağara ehlinin sultanını düşürdün yok senin gibisi
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Göğsüne kabilenin hançerleri yöneldi
Ona ağladı sevgim
Feodalliği sen bittirdin


9


Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Açlık bitti görüldüğü gibi
Şiirin uzun açlığı, kimsesiz yürümekten daha uzun
Açlığın rengi kalktı
Uyumlu bütün resimlerin çizgilerinden
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Duman tütse de çıkarsın bu yağan külün içinden
Düşünsem beyaz güvercinler gibi uçarsın düşüncemden
Ey kadınlar sizde yazdım değişiminizin kitabını
Ancak şiirim boyun eğer hepinize
Bütün güzel kitaplardan geriye kalana kadar
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Benimle solan yeşillikte sevginin mirası
Beni alemin üç haberi arasından çıkarırsın
Yok senin gibisi


10


Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Senden önce düğümlerimi çözecek
Bedenimin kültüründe
Havarım gitarın havarı gibi
Ben tanığım, yok senin üstüne bir kadın
Mümkün değil bu sevgiyi kaldıracak bir mertebe ateşi..
Yok senin gibisi yok senin gibisi
Yok senin gibisi






nizar Kabbani


Çeviri: Metin FINDIKÇI

5 Haziran 2009 Cuma

yaşamaya dair


YAŞAMAYA DAİR
1

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.


2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerde olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

1948



3

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...

Şubat 1948

bugün pazar

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...




Nazım HİKMET

4 Haziran 2009 Perşembe

yalniz bir opera


YALNIZ BIR OPERA

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat:16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır olmuş
Saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

Murathan Mungan

BURCU SOYSEV- yazımı kışa çevirdin